12 Şubat 2025 Çarşamba

CXXXIX - AYNA MASALI

Ayna ayna, söyle bana,

Böyle günlerce bakıp dursam sana 

Görür müyüm nihayet ruhumu da?


Ayna ayna, söyle bana 

Nasıl bakacağımı bilseydim sana

Kim olduğumu söyler miydin bu yüzün ardında? 

Bu göz neden böyle bakıyor?

Bu dudak neden böyle kıvrılıyor?

Neden her baktığımda kıvrımları farklı bu yansının?

Neden her bakışta farklı bir yaşın gölgesi yüzümde?

Söyler miydin ayna?


Ayna ayna, sen bakma bana 

Dinmek bilmez fısıltıların olmasa

Hiç böyle gittiğim her yerde uzun uzun bakışır mıydık

Dertli aşıklar gibi 

alttan alta?


Sen söylüyorsun söylemesine

Sen yansıtıyorsun yansıtmasına ama 

Gözlerimizin ferini renk renk, biçim biçim fenerlerde bıraktık 

Büyüme maceramızın her adımında 

Birer parça 

Şimdi demiyor musun ki yüzünüz mü kaldı veryansına?


6 Şubat 2025


Bir varmış bir yokmuş, çok çok eskiden, kimileri berber kimileri kalbur iken, insanlar aynaya baktıklarında sadece dış görünüşlerini değil, ruhlarını da görürlermiş. Öyle pek de şaşılacak şey değil aslında, ayna denen şeyin marifetinin basit bir fiziksel mekanizmayla açıklanabileceğini hepimiz biliyoruz, ışık önce bize sonra aynaya çarpar ve böylece oluşan yansıma gözümüze ulaşır. Yansıyan dalga boylarından sadece görünür spektrumdaki renkleri ayırt edebiliriz. Renkler görüntüyü oluşturur. Ama aslında görüntü oluşumu ışığın, yani dalganın geri yansımasına bağlıdır. Renklerse bu dalgaların karakterine. Fizikçiler ışığın dalga ve parçacık yapıda olduğunu söyler. Mevcut olan her şeyin parçacık ve/veya dalga yapısında olduğunu düşünürsek, yineliyorum, aynaların ruhumuzu yansıtması pek de yadsınacak şey değildi aslında. Bütün mesele, sadece bakma meselesiydi. 

Eskiden insanlar aynaya baktıklarında ruhlarını da görürlermiş, bu yüzden aynalar lanetli addedilirmiş. Neden mi? Ona bakan çoğu kişinin aklını kaçırmalarından doğan kötü bir şöhretleri varmış da ondan. Gel zaman git zaman insan ırkı büyümüş, bunu da gururla dillendirir olmuşlar. Keşfettikleri şeyler arttıkça her yeni keşfin verdiği histeri daha da ağırbaşlı bir hal almış. Fraklar, takım elbiseler, kravatlarla bezenecek kadar hem de. Zamanla o kadar ağırbaşlılaşmış ki bu keşifler, insanlığın sadece belli bir kesiminin bunu devam ettirmeye takati kalmış. Yine de herkes kendince büyümeye devam etmiş. Herkesin vakarı farklı renkteymiş. Buna göre gruplara ayrılmışlar, çünkü olması gereken de buymuş. 

İnsanların kendilerine duydukları güven arttıkça aynaların onların üzerindeki hükümleri azalmış, aksine, insanlar aynaya hükmetmeye başlamışlar. Uzun uzadıya tartışmalara girişmişler aynalarla. Her söylenene ikna olma raddesini çoktan aşmış, madde ve maddeciliğin o ulvi hazzını tatmış olan  olan bu ırk, aynalara bile söz geçirmeye başlamış. Zor bir şey değilmiş bu, ayna gösterdi diye her şeye bu kadar önem vermeye gerek yokmuş, zaman hız çağıymış, o kadar zamanımız da yokmuş. Çok basit bir çözüm varmış, gerçekliğin tamamını aynı anda görmek insanın aklını kaçırmasına neden oluyorsa demek ki zihnin kapasitesinin aşılmaması gerekiyormuş. O zaman, dünyanın gerçeğine ulaşmak gibi gereksiz heyecan ve hezeyanlarla zamanını harcamanın hiçbir pragmatik yanı yokmuş. Aynalara bakarken ancak gerçekliğin bize o an için gereken kısmına bakmamız yeterliymiş. Saçlarımız dağınık mı? Kravatımız düzgün mü? Dişlerimizin arasında kereviz var mı? Alımız al morumuz mor mu? 

İnsanoğlu gerçeği küçük parçalara bölmeyi ve ayırmayı, aralarından belli parçaları seçmeyi ve onlara tutunmayı öğrenmiş. Aynalar da insanın ruhunu değil, insanın yaratmaya uğraştığı bedeni yansıtmak için kullanılmaya başlanmış. İşin aslı, aynalar da şikayetçi değilmiş bundan. Nihayet toplumda kendilerine saygın bir yer edinebildikleri, doğru dürüst iş ve ev bulabildikleri, hayatlarını huzur içinde idame ettirebildiklerinden, hallerinden memnunlarmış. Geçim derdi değil mi? Nelere alışmıyoruz! İnsan ırkı çok daha aklıselim bir ırk haline gelmiş, zihinleri zırvalardan, sanrılardan ve olmayacak hayallerden arınmış ve herkes önemli işlerine gömülecek zaman bulabilmiş. 

Ve gerçek denen şey, yani ruh, ufalandıkça ufalanmış. İnsanlar büyüdükçe, yetinmeyi öğrenmiş. Kolay kullanım için asgari gerçek paketleri biçilmiş. Bu asgari gerçek paketleri acayip rağbet görmüş, kapış kapış gitmişler. Bu da seri üretime geçişin önünü açmış. Tarihin çeşitli devirlerine ve insanların statülerine göre çeşit çeşit modeller tasarlanmış. Bu sektör, tarihin en kârlı sektörlerinden olmakla kalmamış, günbegün genişlemeye devam etmiş ve insanlık tarihinin adeta doğal bir uzvuna, ayrılmaz bir parçasına dönüşmüş.

İnsanlar aynalarla daha da sıkı fıkı olmuşlar. Aralarında basit ve akılda kalan bir melodi varmış. Artık ona baktıklarında sadece görmek istedikleri şeyi görüyorlarmış. Görmek istedikleri şeyi göremediklerinde aynaların rehberliğinde, gönüllerince değişiklikler yapıyorlarmış. Bazen kendi üzerlerinde, bazen de çevrelerinde. Çeşit çeşit aynalar yapılmış, artık her yerde aynalar varmış. Kafalarını nereye çevirseler bir aynayla göz göze gelecek kadar çok ayna varmış ve bu aynaların kullanım alanı çok genişmiş.Ama her zaman, gerçeğin sadece bir parçasına odaklanmaya özen göstermişler. Farklı parçalarına, ama parçaya.

Gel zaman git zaman, bırakın aynalarda ruhu görmeyi, insanlar aynaların bir zamanlar bunu yapabildiğini bile unutmuş. Kulağa deli saçması gibi gelmeye başlamış. Aynalar bundan vazgeçer mi bilinmez, ne de olsa tabiatı bu, fiziksel bir kanun. Yine de her peri masalında olduğu gibi aynaların kadim kötü şöhretleri bazı batıl inançlarla beraber varlıklarını sürdürmeyi başarmışlar. İnsanlar da nedenini hatırlamıyor olsalar da kendi yarattıkları yapay odaklayıcıların etkilerinin en zayıf olduğu zaman dilimi olan geceleri aynaya bakmaktan ve aynaya bakmaktan aklını kaçırmışların en yaygın semptomu olan aynaları kırmaktan kaçınmak, malum illetten korunma yollarından biri olan aynalara uzun süre sebepsizce bakmamak gibi davranışları sürdürmeye devam etmişler.

Ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder